Granada Üçlemesi: Hafızanın Yitimi ve Direniş Teması

Granada Üçlemesi, Endülüs İslam medeniyetinin çöküşünü ve kültürel yok oluşu ele alarak hafızanın korunması gerektiğini vurguluyor.
Granada Üçlemesi, Endülüs İslam medeniyetinin çöküş sürecine ve 1492 sonrasında Müslümanların karşılaştığı asimilasyona ışık tutuyor. Üçleme, ‘Granada’, ‘Meryema’ ve ‘Göç’ bölümlerinden oluşuyor ve kaybolan bir medeniyetin sessiz çığlıklarını derin bir içgörüyle işliyor.
Romanın merkezinde, İslamî kimliğin baskı altında dönüşümünü yaşayan sıradan insanlar yer alıyor. Aşur, büyük tarihsel figürler yerine gündelik hayatın aktörleriyle tarih kurgusu oluşturuyor. Romanın dili, bu tanıklığı güçlendiren önemli bir unsur olarak öne çıkıyor.
Aynı kıbleye dönen bir halkın kutsallarına yönelen baskının anlatısı, günümüzdeki zulüm sahneleriyle yankılanıyor. El yazmalarının yakılması, ezanların susturulması ve bayramların yasaklanması gibi sahneler, inançla yoğrulmuş bir hayatın köklerinden koparılışını gözler önüne seriyor.
Karakterlerin dönüşümü, romanın bir diğer güçlü yönünü oluşturuyor. Kimileri inancında sebat ederken, kimileri sisteme uyum sağlıyor. Bu kırılmalar, okuyucuda derin bir hayal kırıklığı yaratıyor.
Radva Aşur’un Granada Üçlemesi, tarihin susmaya zorlanan bir halkın diliyle yazılmış bir anlatı olarak öne çıkıyor. Roman, kaybedilen bir medeniyetin ardından tutulan bir yas değil; hafızanın inkârına karşı yükselen bir direniş çağrısı niteliğinde.
Bugün hâlâ devam eden Filistin işgali, Çin’de Uygur Türklerine yönelik baskı politikaları ve diğer örnekler, Granada’da başlayan mücadelenin farklı cephelerini oluşturuyor. Aşur’un romanı, unutturulmak istenen hafızayı bugüne taşıyor; unutmayı reddetmenin bir ibadet olduğunu hatırlatıyor.