EN GÜZEL İSİMLER ALLAH’INDIR

Bir şeyin “isim” alabilmesi için varlık sahnesine çıkması gerekir. İsimler veyâ isim verdiklerimiz yoluyla varlığı tanırız ve onu diğer varlıklardan ayırırız. Âyetlerde gördüğümüz gibi Allah, Âdem’e isim verdikten/öğrettikten sonra melekler onu tanıyabildiler ve kendilerine gizli kalan bu hakîkat yüzünden eksikliklerini görerek acziyetlerini itiraf ettiler. “Adem” kelimesi, böyle yazıldığında “yokluk/hiçlik” demektir. Ama “A” harfi uzatmalı yâni “Âdem” olarak yazıldığında ise “insân” anlamına gelmektedir. Bu yazılış bile düşünüldüğünde Allah’ın “kün” emriyle yokluktan varlığa çıkmanın, bir anlamda “Adem’den Âdem’e geçişin” fark edilişi ancak “isim” ile mümkün olmaktadır. Tıpkı bunun gibi “Ahadiyyet Mertebesi”ndeki[1] Hakk’ın da bir “ismi” yoktur. Fakat ne zaman ki “bilinmek ontolojik arzusu”, özündeki sayısız mümkünatı şahadet/imkân âleminde görünür varlıklara dönüştürdü, işte o zaman bu varlıklara isimler verildi. Başka bir ifâde ile Allah’ın ilmindeki sayısız isimler tecellî ederek bu âleme varlık verdiler.

Bu çerçevede düşünüldüğünde Allah’ın isimleri sonsuzdur. Çünkü yaratılış bilfiil devâm etmektedir ve her an Allah’ın gaybî ilminden şahadete sayısız varlıklar çıkmaktadır. Bu anlamıyla yaşadığımız âlem Allah’ın isimlerinin birer tecelligâhından başka bir şey değildir. Anlaşılıyor ki; Zât’ı ile idrakimize kapalı olan Allah, yalnızca isimleriyle bizim bileceğimiz/göreceğimiz boyutta kendini bize açmaktadır. Allah’ın bu isimlerine Kur’ânî deyimiyle “Esmâ’ül Hüsnâ”  yâni “en güzel isimler” denilmektedir. Aslında “en güzel” şeklinde bir çeviriye de gerek yoktur. Çünkü Allah’ın bütün isimleri güzeldir ve bu isimlerden her biri Allah’ın farklı özellikli tecellîlerini bize göstermektedir. Bütün bu sayısız/sonsuz isimlerin “Vahidiyyet Mertebesi”ndeki toplayıcı/cem edici adı “Allah”tır. Başka bir deyişle Allah; bütün yüce ve yetkin sıfatları kendinde toplayan ve dolayısıyla mutlak ve nihaî hakikatin kendisidir.

Esmâ’ül Hüsnâ” ifâdesi Kur’ân’da dört âyette geçmektedir ve yalnızca Allah için kullanılmaktadır. Bunlardan ilki A’raf/180. âyettir: “En güzel isimler Allah’ındır Öyleyse, bu niteliklerle artık yalnız Allah’ı çağırın. Ve O’nun niteliklerinin anlamını eğip büken kimselerden uzak durun: Böyleleri yapıp-ettiklerinden ötürü er geç cezalandırılacaklardır![2] Âyetten çıkarılıyor ki; Allah tüm isimlerin sahibidir ve bu isimlerin işâret ettiği özellikler/anlamlar ne kadar çok gözükse de arkalarında sadece tek olan Allah bulunmaktadır. Bizler bu isimler aracılığıyla O’na duâ etmeli yâni O’na yönelmeli ve O’nu tanımaya çalışmalıyız. Çünkü varlıkta her bir isim, Allah’a açılan bir kapıdır. Bunu yapamayanlar yâni “kesreti Vahdet’e dönüştüremeyenler” ve üstelik bu isimlerin anlamlarını bozarak şirke aracı kılanlar, sahte ilâhlara verenler, kayıt altına alanlar,  yapmakta olduklarının karşılıklarını göreceklerdir.

İkinci âyet İsrâ/110. âyetidir: “De ki: İster Allah diye çağırın, ister Rahmân diye: O’nu hangi isimle çağırırsanız çağırın, [O hep Birdir ve] bütün güzel ve üstün isimler O’nundur. O’na duâ et, ama] duânda sesini fazla yükseltme, çok fazla alçaltma da, ikisinin ortası bir yol tut”.[3] Âyet çok açık bir şekilde hangi isim olursa olsun, tüm yönelişlerin/duâların/kulluk eylemlerinin kaynağında Allah’ın olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle de O’na salât/duâ ederken ne ses yükseltilmeli, ne de çok alçaltılmalı, bu ikisinin arasında orta bir yol tutulmalıdır. Burada “Rahmân” isminden/sıfatından bahsedilmesi, bu ismin “Allah” isminden sonra en etkin isimlerden biri olması sebebiyledir. Rahmân sıfatı, hiçbir şarta bağlı olmaksızın her şeyi/herkesi kucaklayan bağışlama, acıma ve esirgeme keyfiyet ve gücünü ifâde eden son derece geniş bir anlama sahiptir. Daha öz ifâde ile Rahmân, âleme/eşyâya “varlık” vermektir ve bu da Allah’ın en büyük rahmetidir. Bu aynı zamanda varlık sahnesine çıkan insânın ezelî yeteneği/kapasitesi ile ilgilidir. Bu nedenle insân Allah’a yönelişinde bu fıtrî potansiyelini zorlamamalı, sınırlarını aşmaya kalkmamalı, kendi doğasına uygun bir yol/yöntem/tavır/metot izlemelidir.

Esmâ’ül Hüsnâ” konusunda üçüncü âyet Tâhâ/8. âyettir: “Allah ki, kendisinden başka ilâh olmayan O’dur. En güzel, en yüce isimler O’nundur![4] Görüldüğü gibi âyet önce Tevhid’i vurgulamakta ve sonrada Allah’tan başka bir ilâhın olmadığını söylemektedir. Bunun anlamı, Allah’ın tecellî kanalları olan isimlerini kendisinden bağımsız birer “ilâh” olarak görmemektir. Bütün bu isimler/sıfatlar/nitelikler Allah’a aittir ve Allah dilediğini o özelliklerle yaratır. Kısaca tüm isimlerinin arkasında “” yâni O’nun Hüviyet’i vardır.

Dördüncü âyet Haşr/24. âyetidir: “O öyle Allah ki, yaratandır, en güzel şekilde ve biçiminde var kılandır. Dilediği surette meydana getirendir. En güzel isimler O’na mahsustur. Göktekilerle yerdekiler O’nu tesbîh eder. O, çok üstündür, çok güçlüdür, hikmet sahibidir.[5] Bu âyet içeriği ve derinliğiyle belki de Kur’ân’ın isimler konusunda en önemli âyetlerinden birisidir. Arapça’sında önce Allah’ın üç ismini yâni “Hâlık, Bari ve Musavvir” isimlerini sayarak başlamaktadır. Bu üç isim de varlığın yaratılışıyla yakından ilgili isimlerdir. “Hâlik”; ezelî takdirine uygun olarak isimlerinin özelliklerini yaratan, fiili dönüştürendir. “Bârî”; her yarattığını, zaman ve özellik olarak tüme uyumlu tafsile getiren, yaratışında hür olandır. “Musavvir” ise sonsuz mânâ sûretlerini açığa çıkaran ve her şeyi yeni bir sûrete büründürmeye kâdir olandır. İşte varlık sahnesinde ortaya çıkmış tüm isimler Allah’a aittir ve bu sahneyi paylaşan her varlık fıtratına uygun bir dille onu tesbîh etmekte, adını yüceltmektedir. Bu da O’nun ne denli güçlü ve hikmet sahibi olduğunun bir işâretidir.

Allah’ın sayısız ismi olmasına rağmen genelde Kur’ân’da ön plâna çıkan isimlerinden yola çıkarak 99 isminden daha çok bahsedilir. Bunda Hz. Peygamber’in bir hadisinin de etkisi büyüktür. Birçok hadis kitaplarında yer alan ifâde şöyledir: “Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Bunları ezberleyip benimseyen[6] cennete girer.” Elbette Türkçe’ye “ezberlemek/saymak/anlamak” gibi çevrilen “ihsâ” kelimesi bu sözlük anlamlarının çok daha ötesinde bir mânâ taşımaktadır. Çünkü “Esmâ’ül Hüsnâ” bir hafıza eksersizi değil, hayata yansıması gereken bir gerçekliktir. Bu nedenle hadiste geçen “ahsâha” ifâdesinin kapsama alanına; Allah’ın isimlerini idrâk etme, üzerlerinde düşünme, onları kalbe ve hayata yansıtma, onların insânla ve âlemle olan bağlantısını keşfetme, anlama, kavrama, yaşama, onlarla Allah’ı yüceltme, Allah’a yaklaşma eylemleri de girmektedir.

Bütün bunlardan sonra sonuç olarak şunu söylememiz mümkündür. Âlem, Allah’ın isimlerinin birer tecellîsinden meydana gelmiştir ve tüm bu isimler varlığın varoluşunun temelidir. Hangi isim olursa olsun, bu isimlerin her biri insânı Allah’a ulaştıracak birer ilâhi ip/yardım mertebesindedir. İnsânın dışında, varlık/eşyâ Allah’ın güzel isimlerinin hepsini değil yalnızca kendi ezelî yeteneğince bazılarını göstermekte/yansıtmaktadır. Bütün bu isimlerin toplamı sadece insânın içinde potansiyel olarak vardır ve bu anlamda insân yeryüzünde Allah’ı gösteren en güzel/kemâl aynadır. Demek oluyor ki; Allah’ın en güzel ismi genelde insân, özelde ise Hz. Peygamber’dir.

NECMETTİN ŞAHİNLER

İSLAMİ HABER “MİRAT”  -YOUTUBE- 

YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ 

 

[1] Buna “Mutlak Gayb/Âmâ/Dipsiz Karanlık” adı da verilir.

[2] A’raf/180  “Ve lillâhil esmâul husnâ fed’uhu bihâ ve zerûllezîne yulhıdûne fî esmâihî, se yuczevne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).

[3] İsrâ/110  “Kulid’ûllâhe evid’ûr rahmân(rahmâne), eyyen mâ ted’û fe lehul esmâul husnâ, ve lâ techer bi salâtike ve lâ tuhâfit bihâ vebtegı beyne zâlike sebîlâ(sebîlen).

[4] Tâhâ/8  “Allâhu lâ ilâhe illâ huve, lehul esmâul husnâ.

[5] Haşr/24  “Huvallâhul hâlikul bâriul musavviru lehul esmâul husnâ, yusebbihu lehu mâ fîs semâvâti vel ard(ardı) ve huvel azîzul hakîm(hakîmu).”

[6] “İhsâ” eden.

Başa dön tuşu