İran Dışişleri Bakanı Lübnan Gazetesine Yazdı: Suriye Zor Bir Sınavda

Rasthaber –  İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, Lübnan gazetesi
El-Ahbar’da Suriye’deki gelişmeler hakkında bir yazı kaleme aldı:

“Bugün Suriye, zorlu bir sınavdan geçiyor. El-Kaide ve
IŞİD gibi terörist grupların hareketlenmesinden kaynaklanan tehdit, bölgedeki endişeleri
daha da artırmışken, öte yandan İsrail rejiminin askeri müdahaleleri ve bunun
arkasındaki ABD ve bölgesel müttefiklerinin dışarıdan müdahalesi yeni zorluklar
meydana getirmiştir” dedi.

Dışişleri bakanı yazısında şu ifadeleri de kullandı: Şüphesiz,
Şam ve Filistin’in içinde bulunduğu durumu göz önünde bulundurduğumuzda, İslam
dünyası Batı Asya bölgesinin geleceği konusunda derin bir endişe taşımaktadır.
Bu coğrafyada yaşayan halklar, yüzyıllar boyunca İslam dünyasının siyasi
kaderinin belirlenmesinde temel bir rol oynamış ve oynamaya devam etmektedir.
Ancak son birkaç on yıldır, egemenlik haklarının göz ardı edilmesi nedeniyle,
ikinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa’da yaşanan Yahudi-Hristiyan krizinin bölgeye
aktarılmasının bir sonucu olarak büyük zorluklar çekmektedirler.

Diplomatik görevlerim boyunca “Filistin krizi” her
zaman görüşmelerin merkezinde yer aldı. Avrupa’daki meslektaşlarımla sürekli şu
savla karşılaşıyordum: “Alman halkı, Nazilerin Yahudilere karşı işlediği
cinayetler nedeniyle kendisini utanç içinde ve sorumlu hissediyor.” Bu
doğru bir söylemdir; çünkü Avrupa tarihindeki o karanlık dönemin vahşi tutumu,
o kıtanın halkı üzerinde derin yaralar bırakmış ve dünya üzerindeki diğer
ülkelerde de pek çok iltihaplı yara açmıştır. Vatanım İran da tarafsız olmasına
rağmen işgal edilmiştir ve halkım, o büyük savaşın sonuçları nedeniyle o
işgalden kaynaklanan telafisi imkansız zararlara uğramıştır.

Diplomatik görüşmelerde, karşı taraflar bu konuda utanç ve
sorumluluk kabulü hakkında konuştuklarında, benim için doğrudan bugünkü
durumumuzla ilgili olan bir soru ortaya çıkıyordu: İsrail’in suçlarının utancı
ve ayıbından kim sorumludur? Filistin topraklarını işgal etmiş, uluslararası
kararları sürekli ihlal etmiş, işgal altındaki Filistin’in komşularının toprak
bütünlüğüne ve milli egemenliğine saldırmış, halkına yönelik hava saldırıları
düzenleyip, insani yardımın ulaşmasını engelleyerek bir dizi kısıtlama getiren
bir rejimin sorumluluğundan kimse bahsetmemektedir! Bu suçların son
örneklerinden biri olan 14 Ekim 2024’teki El-Aksa Şehitleri Hastanesi’ndeki
korkunç modern Holokost’u, “Gazze kampı”nda Nazi soykırımının modern
bir örneğini olarak bu ayıp ve utancı dile getirmek için yeterlidir.

Bugünkü durum ve Siyonist Rejim İsrail’in vahşice suçlarının
giderek artan boyutlarının, Suriye’ye kadar uzanması, önceki soruma yeni bir
soru eklemektedir: Bir hükümetin çöküşü ve yeni bir devletin doğuşu ile uğraşan
bir ülkenin topraklarına yönelik İsrail’in saldırısından kim sorumludur? Üzüntü
bildirmek ve endişe dile getirmek, Batı Asya halklarının kaderini değiştirmekle
sorumlu olan birçok “ülkenin” söyleminde kullanılan en basit ve bazen
en anlamsız kelimelerdir.

Artık 75 yıldan uzun bir süredir, “direniş” bu
bölgenin evlatlarının, İsrail rejiminin açık saldırılarına ve mevcut
felaketlere kayıtsız kalan ülkelerin İsrail’e açık desteğine karşı tek çözüm
yolu olmuştur. “Direniş”, babaların ve annelerin düşüncelerinde
şekillenmiş ve direnişin güçlü evlatlarının ellerinde çeşitli biçimlerde
kullanılmıştır. Bu dönemde direniş şekli, zamanın gereksinimlerine, güç ve
imkânlarına dayanıyordu, ancak bir kültür de oluşturdu; bunun örneği, Suriyeli
şair Nizar Kabbani’nin “Çocuklar ve Taşlar” üçlemesidir.  Kabbani, Gazze’deki bu günleri görmedi, ancak
akıl ve zihninde bunu dikkatlice tasvir etti.”

 

«Ey Gazze öğrencileri,

Bize öğretin,

Bildiklerinizden azıcık öğretin

Çünkü biz unuttuk, öğretin bize

Bize öğretin…»

O, Şii ve Sünni dayanışmasını ve Suriye, Irak, Lübnan, İran
ve diğer bölge ülkeleri arasında ortak bir cephe oluşturulmasını tasvir eden,
“IŞİD” saldırıları sırasında İslam dünyası için kurtuluş modeli
haline gelen bir görüntü sundu:

«Güney dedim sana,

Ey, Hüseyin’in (a.s) cübbesini giyen,

Ve Kerbela güneşinin alnında parladığı sen

Ey, kurban olmayı meslek edinmiş çiçek açan ağaç,

Ve yeryüzündeki isyanın, gökyüzündeki devrimle birleşen sen

Ey, toprağının zenginliğinden,

Hem buğdayın hem peygamberlerin filizlendiği beden,

Güney dedim sana,

Ey, Fatıma’nın gözlerinden akıp gelen hüzünlü ay,

Ey, direnişin deneyimli gemisi,

Ey, bütün gece Direniş Suresi’ni okuyan nehir kurbağası,

Güney dedim sana…»

Bu edebiyat, Şam halkının Siyonist rejime karşı gösterdiği
direnişin ve kararlılığının bir göstergesidir; tıpkı, 33 gün süren savaşın
ardından Hizbullah ile olan dostluk ve dayanışmalarının hızla arttığının bir
göstergesi olduğu gibi. Ayrıca, bu ifadeler, ithal edilmeyen veya İran İslam
Cumhuriyeti tarafından kullanılan bir araç olmayan duyguları da yansıtmaktadır.

Bir ülkenin bayrağının renginin değişmesiyle, o ülkenin
toplumunun beklentilerinin ve toplumsal ideallerinin de değişeceğini düşünmek
naif bir yaklaşımdır. Suriye halkı, 1973 Ekim Savaşı’nda direniş destanı yazan
cesur adamlardır; tıpkı, Suriye halkının Filistin davasını savunma
yaklaşımının, eski Arap merkezli Baas rejiminin Madrid Konferansı’na
katılmasına rağmen, Suriye’nin direniş cephesinden ayrılma ümidi taşıyan
düşmanların umutsuzluğa düşmesine neden olduğu gibi.

Bana göre, son Suriye olayları, bu ülkenin egemenliğinin,
toprak bütünlüğünün ve milli devlet yapısının çökmesine yol açmamalıdır. Belki
de karar verilmeden önce, Suriyeli şair Adunis’in hikmetine ve onun halkına
sabır çağrısına dikkat etmemiz yerinde olacaktır. O, doğru bir şekilde şu
sözleri dile getirmiştir: “Suriye halkı, özlerinde değişime karşı
değildir; ancak, değişimin doğasıyla çelişen sonuçlara yol açacak davranış ve
yöntemlere karşıdırlar.”  

Dolayısıyla, son olaylar, Suriye’deki tüm etnik gruplar ve
düşünsel akımların görüşlerine saygı gösterilmesi için değerli bir fırsattır.

Bugün Suriye, zorlu bir sınavdan geçmektedir. El-Kaide ve
IŞİD gibi terörist grupların hareketliliğinden kaynaklanan tehdit, bölgedeki
endişeleri daha da artırmış ve teröristlerin Suriye’yi kendileri için güvenli
bir üs haline getirmeleri riski doğmuştur. Öte yandan, Siyonist rejimin askeri
saldırıları ve bunun arkasındaki ABD ile bölgesel müttefiklerinin dışarıdan
müdahaleleri yeni zorluklar yaratmaktadır.

Bu, stratejik anlamda telafisi mümkün olmayan ve
gizlenemeyen bir hesap hatasına yol açmıştır. Bu saldırıların ve müdahalelerin
açık hedefi, Suriye’nin sosyal yapısını, bilimsel sermayesini, ekonomik
altyapılarını ve savunma gücünü yok etmektir. Bu yolun zorluklarına ve yabancı
orduların Suriye’ye saldırılarının getirdiği darbelere rağmen, Suriye’nin
komşusu olan halklar, boş elleriyle ama takdire şayan bir ruh ve inançla,
Gazze’deki Cebaliya kampında, Siyonist ordusunun kara ve hava saldırılarına
karşı iki ay boyunca cesurca ve kahramanca direniş gösterdiklerini açıkça
gözler önüne seriyor.

Mevcut çıkmazdan kurtulmanın yolu, Suriye halkının
bağımsızlık bayrağını dalgalandırarak, ülkenin geleceğini belirleyecek özgür
seçimlerle, bu toprakların evlatları arasında birlik ve hoşgörü ruhunu
korumaktır.

Halkın iradesine saygı, özgür ve adil seçimlerde
gerçekleşebilir, Suriye halkının iradesini temin edecek bir süreçle bu
sağlanabilir, bu süreç, toplumun tüm kesimlerinin seçtiği bir siyasi sistemin
kurulmasına yol açabilir. Bu, İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politika
yöneliminin temeli olup, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına uygun
olarak şekillenecektir.

Tesnim

Başa dön tuşu